Unomastica alla Turca

-
Aa
+
a
a
a

 

     "Tengere Tardu Tigin ben, Doğu'dan hem gelen, hem Doğu'ya giden. Hem gizli yol yolcusu hem açık han hancısı. Biraz Şaman, biraz Musevi, şimdilerde Müslüman. Hem Köktürk, hem Hazar, hem Aktürk, önce tigin, bir aralık mezar uğrusu, sonra tutsak, biraz savaşçı, belki Maşiah, sonra kesin Kağan, budun kuran, ev kurmayan, az deli, çok bunak, şimdi yeniden delikanlı, şimdi sil baştan tigin, şimdi tepeden tırnağa ölümeri. Tüm kimlikleriyle kuş gibi kanatlı çeri, zamanın dönemeçleri içine akan yorgun atlı, tüm benlikleriyle el ele akıp çağlayana karışan su, kat kat göklere uçtum, yükseldim o gün, genzimde bozkırın başsız ve sonsuz kokusu…" 

 

Unomastica alla Turca, kurmaca bir tarih metni aracılığıyla, her zaman çok ilgi çeken Sabetaycılıkla ilgili komplo teorilerini hicvediyor. Yusuf Hakan Erdem, Kitab-ı Duvduvani'den sonra, yine Kanat Kitap'tan çıkan ikinci romanı Unomastica alla Turca ile ilgili sorduğumuz soruları cevapladı.

 

Unomastica alla Turca, hem bir hiciv hem de çok eğlenceli tarihsel bir fantezi... Siz kitabın hangi yönüyle öne çıkmasını isterdiniz?

 

Unomastica'yı eğlenceli bulan da var, hücre sahnelerinden dolayı içi sıkılan da. Ben artık bir kez yazıp ortaya çıkardıktan sonra şu veya bu yönüyle öne çıksın veya çıkmasın diyemem, desem de fark etmez. Neyi öne çıkaracaklarına okuyanlar karar verecek...

 

Unomastica alla Turca, son zamanlarda yaygın olan birtakım komplo teorilerini hicvediyor. Bir bakıma, Sabetaycılık ile ilgili komplo teorilerini aşırıya vardırıp absurd hale getiriyor denebilir mi?

 

Zannetmiyorum, Unomastica eminim ki bazı komplo teorilerini ister istemez törpüleyerek eleştiriyor, onların gerisinde kalıyordur! Gerçek bazen kurmacadan daha absürd olabilir...

 

Romanınızın Yalçın Küçük ile Soner Yalçın'ın tezlerini ve araştırmalarını hicvettiği açık seçik ortada. Ama bundan önce "komplocu" olarak da adlandırılan söz konusu bu kitapların çok ciddi biçimde eleştirilmediğini görüyoruz. Sizce hiciv, eleştirinin boş bıraktığı alanı mı dolduruyor?

 

Hiciv de bir eleştiri değil mi? Kimisi şahısları, onların boylarının kısalığını, uzunluğunu, zayıflıklarını, şişmanlıklarını, doğdukları bölgeyi, aksanlarını, sınıflarını vesaireyi diline dolar. Benim bu tür bir hiciv anlayışı ile ilgim yok. "Nasıl olsa roman" diyerek, çarpıtarak dahi olsa kişilerin gerçek özelliklerini söz konusu etmedim. Yalnızca üretilen metinleri eleştiriyorum.

  

  Unomastica alla Turca, aynı zamanda "Orta Asya"cı milliyetçi söylemin de bir parodisi denebilir mi?

 

Etnik homojenlik varsayan her milliyetçi söylem Unomastica'da alınacak bir şey bulabilir ama burada özellikle böyle bir milliyetçi söylem parodisi yapayım gibi bir kaygım olmadı.

Kitaptaki çizimler yazarın kendisine ve Emre Erdem'e ait 

 

İlk romanınızın aksine, Unomastica alla Turca'da Osmanlıca kelimelere rastlayamıyoruz...

 

Çok uğraşırsanız günümüzde geçen bölümlerde birkaç sözcük çıkar herhalde...Rastlamıyorsunuz çünkü metin hiç Osmanlı dünyasına bulaşmıyor. Yani metnin gerektirdiği, dayattığı  bir Osmanlı çevresi yok.

 

Romanınızda bozkır yaşamını büyük bir canlılıkla anlatıyorsunuz. Göçebeliğin hep küçümsendiği, çünkü tarihin yerleşik toplumlar tarafından yazıldığı görüşüne katılır mısınız?

 

Bu bir genelleme. Doğru olduğu veya olmadığı tarihi bağlamlar var. Göçebe ve göçebeliğinden gurur duyan bir toplum aynı zamanda okur-yazar olursa, derdini anlatabilirse ürettiği metinlerde göçebeliği niçin küçümsesin? Orhun Yazıtları olarak tanıdığımız kayıtları bırakan Köktürkler'in, Dede Korkut epik hikayelerini oluşturan Oğuzların veya Osmanlıların atalarına tamamıyla bir Orta Asya geçmişi biçen, kendilerini de konar-göçer gösteren erken Osmanlı kroniklerinin göçebeliği küçümsediğini varsaymamalıyız.

 

Selçukluların Hazarlardan gelmiş olabileceği fikrine bir tarihçi olarak nasıl bakıyorsunuz?

 

Tarihçiler, Selçuklu-Hazar bağlantıları üzerine bir miktar düşünmüşler. Daha fazla veri ve kayıt olsa, daha fazla irdelense hoşuma giderdi tabii. Spekülatif olarak, bir akıl yürütme olarak Sarkel'in Rus ve Oğuz ortak saldırısıyla yıkılması ve Selçuklu ailesinin önderliğindeki bir bölük adamın kısa bir süre sonra İran-bozkır sınırındaki Cend kentinde ortaya çıkması arasında bir ilişki vardır diyebiliriz. Bu ailenin Yengi Kent'teki Oğuz yabgularıyla sürekli kavgalı olmaları da Hazar soyluluğuna mensup oldukları yolunda başka bir gösterge olabilir. Selçuk'un oğullarının hepsinin İbrani'ce adlar taşımaları bunların kültürel-dini yönelimlerini gösteriyor olabilir. Kesin olarak bildiğimiz bir şey Hazarların silikleşirken Selçukluların belirginleşmesi. Kaba hatlarıyla çok da bilinmez bir süreç değil bu.

 

Romandaki Selçukluları, Tengere Tardu Tigin'in eşi Selcük'ten getirmiş olmanızı göz önüne alarak kitabınızı "feminist" diye nitelendirebilir miyiz?

 

Gücü, iktidarı erkeklerden alarak kadınlara vermek feministlikse aşırı feminist bile diyebilirsiniz!

 

Albız, tarihin kendisi mi?

 

Albız, bizim tarihe söyletmek istediklerimiz! Belki bizim muhayyilemiz.

 

 

Kitap hakkında yayımlanan eleştirileri ve yazarla yapılan diğer söyleşileri okumak için tıklayın.